Ad-Soyad: Jasmine Lydia D'Nile
Rp Yaşı: 20
İstediğiniz Ders: Muggle Bilimleri-Ravenclaw veya Gryffindor Bina Sorumluluğu
Örnek Rp: Yorgun ve ağırlaşmış bedenini bir harekette yatağına bıraktı. Küçük kafasını yastığının, bedenini ise yorganın altına sakladı, başkaları görmesin bu güçsüzlüğünü diye. Kaldıramayacağı yükler bindirilmişti omuzlarına. Pes etmesini bekleyen, güçsüzlüğünü görüp zevk alan, maskeler takmış insanlar sarmıştı etrafını. Kâh gülerek, kâh korkutarak onu bekliyorlardı uçurumlarında. Acıyla, gözyaşıyla besleniyorlardı. İstedikleri şey de buydu zaten; acı, gözyaşı, ölüm… Onun ise yatağın içinde debelenmekten başka yapabileceği bir şey yoktu. Olsa dahi bilmiyordu, düştüğü bu kör kuyudan nasıl çıkacağını. İstediği tek şey sadece küçük bir mutluluktu. Küçücük yaşına bakmadan, aldırmadan hayatın attığı o tokatlar karşılığında sadece ve sadece küçük bir mutluluk. Belki de elinde kalanlar küçük bir mutluluktu. Ama ya elinde kalan? Elinde ne vardı ki mutluluğa sebebiyet veren? Elinde kalmış olan sadece lanet olasıca bir babaydı. O lanet olasıca babası, annesinin ölümüne sebep bile olabilirdi kim bilir. Annesinin hala yaşıyor olmasına şükredebilir, onu küçük bir mutluluk kaynağı yerine koyabilirdi.
Başını yastığa her koyuşunda, kapatırken gözlerini, kulaklarında çınlayan annesinin çığlığı ile sıçrıyordu. Bedeninin her zerresine kadar işleyen acının varlığı, onu düşünmemesi gereken şeylere zorluyordu. Kan beynine sıçramıştı, bu şekilde, bu düşüncelerle uyuması mümkün görünmüyordu. Omuzlarındaki yükün ağırlığından, bedenini örten –saklayan- yorganı bile hissetmiyordu. Bir çırpıda devirdi üzerindeki somut ağırlıkları. Acılarından, korkularından kaçıp sığındığı rüyalar ve hayaller neredeydi şimdi?
“Yok oldular!”
Duvarlar üstüne üstüne geliyor, zihnindeki baskılı sese arka çıkıyordu. Ağlamak istiyordu, içindeki acının gözyaşlarıyla akıp gitmesini. Ama yapamıyordu, yüzü yoktu belki pes etmeye. İçinde yanan umut ışığını gözyaşlarıyla söndürüp, ölümünü izlemeye niyeti yoktu. Her şeyi bırakıp, çekip gitmek en büyük arzusu misali yem olmak maskeli insanlara… Böyle bir son ile karşı karşıya gelmek, bendini kendi ayakları altına almaktı en nihayetinde. Kendisine bunu yapamazdı, daha çok küçüktü. Ama yaşamak için birden fazla nedene ihtiyacı vardı. Daha birkaç cümleyi bir araya getiremezken, birkaç nedeni nasıl ortak bir çatı altında buluşturacaktı? Bu olay da imkânsızlıklar denizinin engin sularında boğulmaya yüz tutmuştu, aynı kendisi gibi… Nefes alamıyordu, etrafını göremiyordu, hiçbir şey hissedemiyordu. Korkudan titreyen bacakları birbirine çarpıyor, zihninde canlanan kendi ölümünün sahnesi için yorgun olduğunu bildiriyordu. Ve maskeli insanlar… Kahkahalar atarak seyrediyorlardı duvarlara yansımış somut görüntüleriyle. Dayanamadı, müstehcen laflar sarf etti maskelere –duvarlara-. Duvarlara çarpıp geri dönen cılız sesi zihninde yankılanmaya başladı. Bu maskeler somut değildi –ki gerçek ve sahteyi nasıl ayırabilirdi bu durumda?-. Gerçek veya sahte; artık ne önemi kalmıştı ki arasındaki farkın? Geçen her saniye eriyip tükenen bu kız için gerekli olan gerçek ve sahtenin arasındaki fark mıydı? Değildi, onun için gerekli olan diye bir şey yoktu, o acı çekmeye, ölümün ne olduğunu bilmeye mahkûmdu. Küçüktü daha, küçücüktü; yaşı sadece on birdi. Ama hayat onu yaşlandırmıştı, içi çürümeye çoktan başlamıştı.
“Kendine gel!”
Ne yaptığını sanıyordu bu küçük kız? Kendisini ölüme terk etmeyeceğini düşünen o değil miydi biraz önce? Beyninin verdiği emir bu değildi ki, hiçbir şey değildi. O yaşamayı seçmişti, gerçek veya sahte duygularıyla. Maskeli insanlar belirdi yine karşısında; ama bu sefer daha gerçekti –ki sanki gerçek olması bir şeyi değiştirecekmiş gibi-. Kendisine doğru yaklaşan bu maskeli insana nefretle baktı, yüzüne tükürmesi ise an meselesiydi. Yatağından aniden sıçradı ve maskeli insanın suratındaki maskeyi çıkarttı. Bu… Karşısındaki bu insan sözde(!) babasıydı. Peki ya arkasında beliren fahişeye benzeyen insani varlık kimdi? Aklına ilk gelen doğruydu kendisine göre, bu yüzden babasına daha sonra da fahişe kılıklı kadına attı tokat. Hayatın kendisine attığı tokatlar kadar acımasızdı umardı ki ve öyle olacaktı. Kanlar fışkırdı babasının gözlerinden, sonra da defolup gitti yanındaki kadın ile. Kendine hiç yakışmayan kahkahalar attı dört duvar arasında, arkalarından. Lanetler okudu binlerce kez, daha sonra da teşekkür etti kendisine, attığı tokatlar için. Hak etmişlerdi onlar; ama ne yüzle karşısına çıkmışlardı küçük kızın? Onlara sormak istediği sorular vardı, hepsi de aşağılayıcı vaziyetteydi. Niye sormamıştı ki, onları üzdüğü anda kendisi güçleniyordu adeta. Üzmeliydi onları ya da öldürmeli. Küçük kız öldürecekti onları; ama daha küçüktü. Büyüdüğünde hiç acımadan, işkence çektirerek öldürecekti. Yaşadığı her şeyin hesabını vereceklerdi.
Midesinin bulandığını hissetti, kan kokusu olabilirdi nedeni. Ya da onların iğrenç suratlarını görmekten tiksinmişti. Dayanamadı ve içinde ne varsa dışarıya boşalttı, kustu. Hazmedemediği ne çok şey varmış içinde. Aptallığına şaşıyordu bir yandan da. Böyle bir babaya sahip olmanın nasıl bir duygu olduğunu şimdi anlıyordu, hissediyordu. Acının ne olduğunu anlayabiliyordu. Küçüktü daha, küçücüktü. Buna rağmen hissetti acıyı, kan kokusu ciğerlerine doldurdu. Bezmiş olsa da mücadele etmekten, asla vazgeçmeyecekti. Zafer ile taçlandırılacaktı en sonunda, isminin anlamını yaşamının son anına kadar taşıyacaktı.
Küçücük bir kız, karar anı, kan kokusu, istikrar, hırs, mücadele hissi, zonklayan şakaklar… Aynı anda, bir aradalar. Bir yıkımın ardından kör kuyuya düşüş ve en sonunda kurtuluş çabası…
Annesine çok benziyordu bu konularda. Hırsı, mücadele hissi, istikrarı, acı çekmesi, ihanet edilmiş ve içi çürüyen bir beden. Annesinde ve kendisindeydi bütün bunlar, sahiptiler arasında istemedikleri olsa da. Hayatı yavaş veya hızlı, bir şekilde kavrıyordu, tüm gerçek veya sahteleriyle. Karanlık veya aydınlık, hep var oluyordu hayatta. Sona ulaşabilmek için gerekli olan mücadele veya pes edişti. Mücadele edersen yaşarsın, pes edersen ölmeye mahkûm bir insansın. Bunu kavramıştı bugün o küçük kız, kavratmışlardı zor da olsa.
Yatağa uzandı tekrar; ama bu sefer saklanmadı başkalarından. Uzandı sadece, hiçbir şey yapmadı başka, yapsa da fark etmezdi zaten. İçinde alevlenen nefreti daha da büyütmeye baktı gözleri kapalıyken. Büyüyünce bu nefrete ihtiyacı olacaktı, babasının acı çekmesi için. Kim bilir hangi cehennemdeydi şuanda, kimlerle sürtüyordu. Lanetler okudu yine her seferinde olduğu gibi; bundan memnundu. Gözlerini aralarken görmek istediği sadece huzurdu. Gözlerini açtı ve büyük bir boşlukla karşı karşıya geldi. İşte, huzur buradaydı; bu sonsuz boşlukta. Derin nefes aldı, ciğerlerinin bu nefeslere ihtiyacı vardı; aynı kendisinin bu boşluğa ihtiyacı olduğu gibi. Ölmüş müydü yoksa, bu boşluk bu yüzden miydi? Kalbi biraz korku biraz da huzur doldu, ne yaşadığını bilmediği halde.
“Ben… Ben öldüm mü?”
“Tabiî ki hayır aptal!”
Kim ona aptal demeye cüret edebilirdi! Gözleri somut-soyut her şeyi görmesine rağmen sesin nereden kimden geldiğini göremedi. Bilmeye de çok niyetli görünmüyordu zaten. İstediği tek şey bu sonsuz boşlukta, sonsuz huzura erebilmekti. Gözlerini kapattı tekrar, bir daha açmamak niyetiyle. Uyudu, rüya gördü, mutlu oldu, huzura erdi. Gözlerini açmaya korkuyordu; ama yorulmuştu kapalı tutmaktan. Açılmaya meyilli olan gözlerini yavaşça açtı. Şimdi o dört duvar arasına yine gelmişti. Ölmeyi dilerken buldu kendini, daha sonra yaşın çok küçük diye azarladı. Kalbine giren ağrıyla yatakta debelenmeye başladı, ağrı zaman geçtikçe vücuduna yayılıyordu. Ölüyor olamazdı; çünkü biraz önce de ölmemişti. Ama ya eğer ölüyorsa?
“Vazgeçtim! Ölmeye hiç niyetim yok!”
“Yaşayacaksın, acı çekeceksin! Ben de bunu istiyorum zaten!”
“Sen de kimsin lanet ses!”
“Öğreneceksin; ama şimdi değil!”
Ölümü konuşuyordu kendisiyle, buğulaşmış sesini tanıyamamıştı. Artık daha fazla aksiyona dayanamazdı ve işi oluruna bırakmalıydı. Annesine mektuplar yazmalı, babasına olan nefretini alevlendirmeli, derslerine çalışmalı, dostlarıyla güzel vakit geçirmeliydi. Bunları yapmak içinde belirli bir güce ihtiyacı vardı. Bu güç ise içindeki umut ışığıydı, o sönmedikçe gücü de bitmeyecekti. Uyumalıydı, dinlenmeliydi, güç –umut- toplamalıydı. Kan kokusu zaman geçtikçe yerini temiz havaya bırakıyordu. Pencereden içeriye sızan güneş ışınları kanla beraber birçok şeyi temizlemişti. Yattığı yerden pencereye çevirdi küçük suratını. Gülümsedi ve gözlerini kapattı.
“Küçük kız şimdi uyumalı…”